Bir Hayat

72 yaşındayım, 12 saat önce çarpan bir araba yüzünden iç kanamam var. Doktorlarım en fazla torunlarım ve çocuklarımla vedalaşacak, onlara son 1-2 nasihatta bulunacak kadar vaktim kaldığını söylüyor. Üzülemiyorum, güzel bir hayat yaşadım ve hatta, 12 saat öncesine kadar hala koşabiliyordum. Annemin küçükken bunu içersen kocaman, süper bir adam olursun dediği ve kola diye içirdikleri pekmezleri hatırlıyorum. Haklıymış kadıncağız, o zamanlar kötü bir annesin sen diye ağlayarak odama gitmiştim pekmezin acı denecek kadar tatlı tadını dilimde hisseder hissetmez. Yanlış yapmışım.

Çocuklarım iyi işler ve güzel eşler bulmuşlardı, mutluydular. Son saatimde beni üzmemek için dudaklarına sinmiş tebessümler arasından nefesler yüreklerini yakarak çıkıyordu, bazen hırıltılar duyuyordum. Koşulsuz şekilde yapılan bir iyiliğin parıltısını ancak ölürken görebilirsiniz, başkalarının gözlerinde. Acı veriyor elbette benim yüzümden bu kadar güçsüz ve acı içinde olup, benim için dimdik durmaya çalışıyor olmaları.. Oğullarım benim.. Küçükken ne kavgalar etmişlerdi. O zamanlar biraz daha fazla ilgi için akıtmaya çabaladıkları göz yaşlarını şimdi ölümüne tutuyorlardı, ya da içlerine akıtıyorlardı..

Torunlarım.. Onlar başarılı değillerdi bu konuda, olmalarını da bekleyemezsin ufaklıkların. Üzülüyorlar tabi hala dedelerini hiçbir satranç maçında yenemeden tahtayı kaldırmak zorunda oldukları için. Onlara söylemeyin ama, gözlüğümü getir der, bazı taşlarımı geri koyardım.. Ne yapalım, kaybetmeyi sevdiğim söylenemez. Ah ufaklıklar, keşke tekrar içime iyice çekebilseydim o bebek kokunuzu.. Bir insan daha güzel kokamazdı. Gençken bebeklerden nefret ederdim, ufak yumuşak eller bana göre değildi. Zaman insanı nereye getiriyor, bilemiyor insan.

Güzel hanımıma döndüm, "Ben gittim diye hayatını bitirmeni istemiyorum, lütfen tekrar aşık ol" dedim hırıltıyla. Bu gözyaşlarını zor bela tutan aileme biraz yardımcı oldu, tebessümleri sıcak sırıtışlara dönmüştü. "Yapamam ki.." diyebildi sadece, gözleri parıldayarak. Biraz sonra "Özür dil..." diyerek bir cümleye başlamaya çalıştı, durdurdum. Tüm aileme bakarak;

"Son bir kaç dakikamı ne özür dileyerek, ne de pişmanlıklarınızı duyarak geçiremem. Bana sadece sevdiğinizi söyleyin, gerçekten bir insanın kulağından girebilecek en güzel kelimeler bunlardır. Yıllarca tatlı bir inatla tuttuğunuz derin pişmanlıkları son anlarımda söylemeyin, ne bilmek, ne de affetmek istiyorum. Tek istediğim onlardan ders almanız."

Peki ya ben? Oğullarıma bisiklet sürmeyi hiç öğretmemiştim, ben de bilmiyordum, onlarda bilmese olurdu. Karımın son 15 yıldır ya doğum gününü ya da evlilik yıl dönümümüzü kutlamayı unutuyordum. 7 yaşımda ablamın çalışayım diye elleriyle yazdığı çarpım tablosunu yırtmıştım..Torunlarımı bile aldatmıştım satranç oynarken.. Onlara sevdiğimi söylesem, onlar affetse ben kendimi affedeblir miydim?

İşte o anki bakışım, sadece ölürken atabileceğiniz bir bakıştı, "asla" denen şeyin gerçekten varolduğunu anlamış, ve benim o pişmanlıkların kefaretini artık asla ödeyemeyeceğimi anlamıştım.

72 yaşındayım, 15 saniye sonra öleceğim. Giderek kararan manzaramda ağlayan 8 siluet var, ancak aklımda sadece karımın 15 yıl boyunca sürekli benim yüzünden bozuk çalan suratı, torunlarımın her mağlubiyetten sonraki bıkkınlığı ve isyanı, arkadaşları bisiklet sürerkenki oğullarımın kıskançlık ve çaresizlik dolu bakışları, ve yere düşen 5-6 parçaya ayrılmış çarpım tablosu var..

Keşke düşmeselerdi.. 

Hiç yorum yok: