Garip, Açıklaması Zor Anlar

Bazen öyle şeyler yaşanıyor ki gerçekten insan neler hissettiğini bilemiyor o sırada. Açıklayayım izninizle bir kaç örnekle;

Sevgilinin "dur sana youtubedan bir şey göstereceğim" demesi ve adres çubuğuna ağır ağır o harfleri yazması çok garip ve açıklanamayan bir his arkadaş.. Hayır hızlı yaz bari be! Hep teoride olur sanardım bu durum, gerçekten de yaşanabiliyormuş

Ha bir de bunu facebooka yazarsam bazı arkadaşlarımın ne tür yorumlar yapabileceğini düşününce tırstım, o da garip bir an'dı benim için. Oğlum korkutucusunuz lan.

I steal from the riches, and give it to my bitches

Başlığın yazacağım hiçbir şeyle alakası yok arkadaşlar, sadece iki gündür aklıma gelir gelir gülerim o yüzden yazdım.

Peki ne yazacağım? Vaktini ayırıp buraya kadar okuduğuna göre okuruma layık bir şey yazmalıyım. Ama herhangi bir konuda yoğun düşünceler beslediğim bir zaman olmadığı için ufak şeylerden bahsedeceğim.

Misal zor kararlar. Gerçekten oyunlarda bir karakter ismi yaratırken düşündüğüm kadar öss tercihinde düşünseydim muhtemelen şuan çok farklı bir okulda olurdum. Bence rpg oyunlarında "cool nickname generator" tarzı bir şey olmalı arkadaşım olmuyor böyle.

Şakası bir yana, her şart altında karar verebilmek aslında büyük bir vasıf. Yanlış yapacağım korkusuyla bazı konularda karar vermekte zorlananlara tek bir önerim var, belirsizlik içinde kalacağınıza en kötü kararı verin gitsin. Sormuşlar öbür dünyadan dönenlere arafta mı kalmayı tercih ederdiniz cehennemde mi diye, %82'si  cehennem derken, %18'i kusura bakmayın vaktim yok yaa :/ demiş.

Bir diğer konu azizim, odtüdeki yaya bilinci. Bu yazıyı umarım bir çok odtülü arkadaşımız okur, çünkü ölüm kalım meselesi bu. Lan atlamayın oğlum öyle lak diye, tamam geçiş üstünlüğü var da yani 1 tonluk şeyin altında kalınca üstünlük müstünlük pek bir önemli olmuyor. Bir de ışıkların olduğu yerlerde geçiş üstünlüğünüz yok hatırlatırım, özellikle hazırlığın oradaki tipleri ezip geçesim geliyor her seferinde.

Son konu olarak size bir kaç tavsiyede bulunacağım. Dinlemenizi şiddetle tavsiye ettiğim bir grup: Two Steps From Hell. Yandaki oynatıcıda 2 adet şarkısını iliştirdim bi kulak verin belki hoşunuza gider. Grup hakkında "My goldfish listened to this and now it's a shark" ya da kediyi kaplan yapan şarkıgillerden yorumları yapılmış, yapılabilir. Bence doğrudur da.

Past Tense

Geçmiş.. Bir insanın geçmişi ne kadar önemlidir? Gerçekten testlerdeki gibi yapılan yanlışlar doğruları götürmeli midir, yoksa doğru cevabı verene kadar yapılan yanlış sayısı önemsiz midir? Mantık denen şeyin çalışma prensibine göre "Yanlış yapmayan insanın doğrunun kıymetini bekleyemezsin" cevabı peydahlanıveriyor aslında, peki gerçekten böyle düşünsek bile hissedebiliyor muyuz?

Muhtemelen hayır. Bahsi geçen kişi kendimiz olsak bile, bazen geçmişte yapılan şeylerin affının olmadığını düşünüyoruz. Kendimizi kandırıyoruz belki "herkes yapmıştır" diyerek. Ama işte yalan söyleyecek kadar kafası çalışan adamın, kendi ya da bir başkasının yalanını çözmesi de bir o kadar kolay oluyor.

Peki ne yapmalı? Geçmişi görmezden mi gelmeli, etki bırakmadığını mı düşünmeli.. Sevdiğimiz kişileri sevmemizde en büyük sebep belki de onları o hale getiren geçmişleri iken, gerçekten çok takılmalı mıyız bu geçmişe?

Mantık diyoruz, iyidir diyoruz ama... Düşündükçe eğer bazı şeylerin iyi gitmesini sağlayamıyorsak bir yerde bırakmak gerekiyor. Sonuçta hiçbir şey "daha da kötü olamaz" denecek kadar kötü olamaz, bazı şeyleri eşelememek gerekiyor. Değiştirilemez bir şey üzerine kafa yormak, kısaca aslında sadece kafa yormak oluyor. Başka bir işe yaramıyor. Anın kıymetini bilmek deriz, gerçekten de bir saniyeliğine olsa bile "Her şey çok güzel be" diyebilirsek bir gün, boşverin gitsin geçmişi..

Bana bunu dedirten şeylere de çok teşekkürler.

Bu Bir Dönüş Yazısıdır

Merhabalar arkadaşlar, aylar yıllar sonra baktım yapacağım şey sayısı eksilerde geziyor ve ben sıkıntıdan ölüyorum, tekrar blog yazımına geri döndüm. Aklımda bir şey olmadığından değil de, cidden üşendiğimden bırakmıştım vaktinde anlarsınız ki. Azıcık üşengeç bir adamım.

Ben bloga yazmayalı hayatımda hiçbir şey olmadı demem, diyemem. Açıkçası hayatım 180 derecelik bir dönüş yaşadı diyebilirim hatta. Azı karar mantığıyla yaşamaya alışmışken, artık şansın dönmesi mi denir bilmiyorum, hayatım hiç istemediğim kadar güzel gitmeye başladı. Ayrıntıya girmeyeceğim ama, şuan değiştirmek isteyeceğim tek bir şey bile yok diyebilirim hayatımda.

Benden bu kadar bahsetmek yeter, eminim çok da merak etmiştiniz zaten. Azıcık sizden bahsedelim.. Öncelikle hepinizi "AAA KAR YAĞIYOR" diye eğlenceyle baktığınız şu 1.5 ay öncesine götürmek istiyorum. İyi bok yediniz arkadaşım. Şimdi şımaran kar yurdu terk edemiyor, "You liked that, huh! You liked that bitch, didn't you" niraları atıyor haftanın 5 günü. +18 bir mevsimimiz var, nitekim hayatımızı dizleri üzerine çöktürmüş durumda 1.5 aydır. Bu konuda cidden diyecek bir şey bulamıyorum, Mikail istifa etti de yerine şeytanı mı aldılar, "oh sıcaktan bunalmıştım ben de" diyip bunları mı yapıyor merak içindeyim ama.

Evet şuan kafamı camdan bi uzatayım dedim de şaşırtmadı elbette hava, pata pata kar yağıyor. Bu konudaki tek komik şey "Chuck Norris kapat artık buzdolabını götümüz dondu" esprisidir, onun dışında "Ayy kar çok dadluu" diyen kişilere bir ters tokadı layık görüyorum artık.

Çüüz

Şşş Odtülü

Odtülü arkadaşlar ve bizzat odtü, 2 çift lafım var size.

1.si, işletme bölümündeki tuvalet aynaları tamamen kandırıkçıdır, hiçbirimiz o kadar fit değiliz nasıl yapmışlarsa öyle gösteriyor. İnanmayın, havalara girmeyin. Hepimiz eşşek gibiyiz o aynadaki görüntünün yanında

2.si, tarih bölümü sen çok tatak bir bölümsün güzelim. Ulan final günü gelmiş daha oibste internet sayfasında hiçbir duyuru yok. Hatta internet sayfası demişken http://www.hist.metu.edu.tr/ ben böyle berbat site görmedim. Ha sorduğunuz soruları da derse bir kere gitmeden yaptık okulca, öyle eziksiniz işte.

3.sü, odtülü oldunuz diye illa bir ideolojiyi benimsemeniz gerekmiyor evlatlarım. Saygılı olmayı öğrenseniz yeter. Gidipte sizinle aynı düşünmüyor diye bir adamı 30 kişi linç ediyorsunuz. Biz de aynı düşünmüyoruz o adam beter olsun ama yakışıyor mu oğlum gidip öyle dalmak herife?

4.sü, odtü çok zorsun lan. Harbiden sen git bir derse 1 hafta çalış et sonra 40 al olacak iş değil. Hayır hocalar zaten felaket, bir de zor soruyorsunuz anasını satıyım. Hele sen statikçi, hele sen. Sınıf averaj olarak 35-40 bir şey yapmış sen gelmiş katalog yapacam diyorsun, iyi ediyorsun. 4.şıkta dediklerimi senin için kendim ihlal ediyorum ve bi bok saygı duymuyorum sana.

5.si, bana mı öyle geliyor yoksa odtü kızlar güzelleşti mi lan?

6.sı, şu her topluluğa giren hazırlık öğrencileri, çok komiksiniz be. Tamam biz de yaptık ama ne bileyim, komik.

7.si, 1.sınıfı atlatalım sonrası kolay diyenler vardır aranızda eminim biz diyorduk mesela. Nah kolay canım. 1'de ne yaparsan okul boyunca O'sun.

8.si, yan komşunun veledi bateri çalmaya çalışıyor finallerim o yüzden pek iyi geçmedi yalanı benimdir sulanmayın. Aslında bir bakıma yalan değil ya neyse..

Sağlıcakla kal okuyucu.

Öneriler 1

Sayın canım okuyucu sizin için artık arada bir şarkı, grup, oyun, film önerisinde falan bulunacağım çünkü ben sizden daha iyiyim, daha iyi bir zevk sahibiyim. Tabi oğlum, bi şüphen mi vardı?

Neyse yan taraftaki playerdan önereceğim bazı grupların şarkılarını görebilirsiniz, beğenirseniz gidin dinleyin. İlk evvela "Tenhi" grubu ile başlayalım. Neo-folk müzik yapan çok süper bir gruptur kendisi. Ha şimdi neo-folk nedir diyeceksiniz, böyle ortaçağlarda ateş başına geçip yan fülütlü kemanlı bol gitarlı müzik yapan ozanlarımızın yaptığı müzik tarzı. Onun yontulmuş ve 10 seviye düşürülmüş haline Akdeniz Akşamları sıtayla diyoruz.

Tenhi'nin müziği insandan daha çok doğaya hitap eder, ona tapar, soğuk kış aylarında götünüzü donduran kar tanelerinden buz parçacıklarına her şeyi sever ve sayar. Biraz hüzünlüdür, duygulara serttir, ama duyabileceğiniz en temiz müziktir. Huomen ve Lauluni Sinulle şarkıları başlangıç için iyidir.

Onun dışında Face of Melinda var Opeth'ten. Benim ölürken dinlemek istediğim şarkıdır kendisi. Hem yumuşak hem serttir, müthiş akustikler içerir içinde. Sözlerini anlamanız için benim gibi müthiş olmanız gerekir, ama anladığınızda kendinizi en derin hikayelerden birinin içinde bulursunuz. Dinleyin işte.

Hadi gelecek önerilerime kadar bu şarkıları ezberleyip gelin, sınav yapacağım.

Bir Sitem.

Kahvemi koymuş krakerimi almış pc başındayım, dedimki şu bloga artık bir şeyler yazayım sınavlar da bitti hazır. Oylamalar sonucu pornografik yazı yazmamı isteyenlerin üstünlüğü görünüyor.. Eh madem öyle;

.....
Ellerini tutan ellerimi yavaşça beyaz kollarından yukarı, boynuna doğru getirdim. Nefesleri giderek derinleşiyor, uluyacakmışçasına kafasını geri doğru atıyordu.. Gözlerinin önüne düşen saçları işaret parmağımla yanağına attım ve onu öpmeye başladım..

Diye gider bu hikaye...

Tabii ki pornografik yazmayacağım arkadaşlar :D Ama 2.en yüksek oyu alan "içini döken, hafif sinirli" tarzdan yazılar elbette yazılır. Hatta yazmak çok kolay çünkü sitem etmek ve bir şeylere sinirlenmek çok basit bir şey. Hele sitem etmek.. Biz hep sitem ederiz çünkü biz haklıyızdır, onlar haksız. Vay köftehorlar, köftelerimize horladılar.

Hakkaten, adamın içine oturan şeyler görüyorum hergün. Okumayı öğrendiğim günden beri gördüğüm "erkeklere güvenilir mi?", "siz beni hiç anlamıyorsunuz!", "senin için ölürüm Xiyem.", "ben Ycan'ı unutamadım" tarzı yazılar, sorular epey rahatsız ediyor beni. Hemen tek tek cevaplıyorum kısaca, "siz ne kadar güvenilirsiniz", "biz seni çok iyi anladık artık sen de anla canım hadii", "X yada Xiye için öleceğine onun için yaşamaya bak", "Ycan/Y kişisi senin hayat sahnende 1-2 perdelik rol almış birisiydi, perdeler kapanana kadar onun boşluğunun doldurulamayacağını düşünüyorsan berbat bir yönetmensin."

Not : Xiye ve Ycan nasıl isimlerdir ulan hoho.

Neyse, kaç yaşına gelmişsiniz hala aynı şeyleri konuşuyorsunuz ben onu anlamıyorum. İçimizdeki çocuk bu kadar mı baskın geliyor bize? Sıcak çayın üstüne 1 parmak soğuk su koymaktan vazgeçmekten başka büyümeye dair ne gelişme gösterdiniz okuyucu bi bakar mısnız aynaya? Hayatınızın sizi götürdüğü yoldan vazgeçip, kendi hayatınızı herhangi bir yere götürmeye çalıştınız mı okuyucu? Eskiden oyuncağınızı kırıldı diye bitirdiğiniz arkadaşlıkları şimdi yine aynen o oyuncaklar gibi çok basit, aynı şekilde yerine yenisi koyulabilir şeylerin kırılması yüzünden bitirmiyor musunuz? "Benim için anlamı büyüktü" demekten ne zaman vazgeçeceksiniz. Hiç her gece ne kadar sıcak tuttuğunu düşünmediğiniz yorganları basit, ufak bir pire için yakmaktan ne zaman vazgeçecesiniz?

İşte bu yüzden çocukları sevmiyorum. İçimizdeki çocukla biz uyuşamıyoruz, aynı kafadan iki karar çıkınca sıkıntı oluyor. Onu öldürün demiyorum da hani, artık o çocuğu tanıyın ve gerektiği yerde "sus be 2 dakika" diyin. Ha ben pataklıyorum bazen aylarca susuyor hiç konuşmuyor benimle orası ayrı :D

Eveeeeeeeeeeet, bir diğer sitem konusu, kızlar. Hayır ben mühendislik okuduğum için mi ökzüleştim bilmiyorum ama, ne garip anlayışlarınız var be arkadaşım. Size bakarken osursak resmen yazdığımızı düşüneceksiniz. Yıllardır bu iş böylede bugünlerde niyeyse çok daha fazla görür oldum bu tarz tripleri. Eskiden liseli hatundur yapar diyordukta artık kaç yaşındasınız ya yapmayın etmeyin. Bir de feminizmi "ay erkekler tam bir öküzdür yansın hepsi gebersin hepsi pis kıllı kakalar" demek sananlarınız var, öldürüyorsunuz beni he. Neymiş bir de "bir erkekten değişmesini istemeyin kütük tersten yazılsa da kütüktür" tarzı bir şey paylaşıyordunuz facebookta bir ara. Çok moda olmuştu hatta, yıllardır sevgilisi olan kız arkadaşlarımız bile paylaşmıştı. Onu da hiiç anlamam hakkaten, siz kendinizi hakkaten yeni açmış gül taneleri mi sanıyorsunuz anlamıyorum. Size "et" gözüyle baktığımızı mı düşünüyorsunuz? Size ne gözüyle baktığımızı söyleyeyim, bunları yaptıkça size "çocuk" gözüyle bakıyoruz ve emin olun bazen çocuklarla uğraşmak gelmiyor insanın içinden. Yine nereye geliyorum okuyucu tahmin et bakıyım? .....Geliyooooooor.... Süper bağlayacağım şimdi hazır ol... Evet ne demiştim üstte, içinizdeki çocuk. Öhöm, o çocuğu öldürmeyin hadi tamam ama "sus be 2 dakika" diyebilin.

İstediklerinizi elde etmek için illa ki çocuk gibi zırlayıp sırtı çevirip her şeyi karşıdan beklemeyin. Muhakeme yeteneği gerçekten önemli bir lütuf, ve içinizdeki çocuk muhakemenin olmadığı yerde büyüyebilir ancak. Karar ver bakalım mavi hap mı kırmızı hap mı? Dur bakıyım o başka bir şeyin seçimi içindi.. Neyse anladın sen okuyucu, demek ki neymiş kamışla milkshake içilmezmiş. Hadi yörü!

Bir Hayat

72 yaşındayım, 12 saat önce çarpan bir araba yüzünden iç kanamam var. Doktorlarım en fazla torunlarım ve çocuklarımla vedalaşacak, onlara son 1-2 nasihatta bulunacak kadar vaktim kaldığını söylüyor. Üzülemiyorum, güzel bir hayat yaşadım ve hatta, 12 saat öncesine kadar hala koşabiliyordum. Annemin küçükken bunu içersen kocaman, süper bir adam olursun dediği ve kola diye içirdikleri pekmezleri hatırlıyorum. Haklıymış kadıncağız, o zamanlar kötü bir annesin sen diye ağlayarak odama gitmiştim pekmezin acı denecek kadar tatlı tadını dilimde hisseder hissetmez. Yanlış yapmışım.

Çocuklarım iyi işler ve güzel eşler bulmuşlardı, mutluydular. Son saatimde beni üzmemek için dudaklarına sinmiş tebessümler arasından nefesler yüreklerini yakarak çıkıyordu, bazen hırıltılar duyuyordum. Koşulsuz şekilde yapılan bir iyiliğin parıltısını ancak ölürken görebilirsiniz, başkalarının gözlerinde. Acı veriyor elbette benim yüzümden bu kadar güçsüz ve acı içinde olup, benim için dimdik durmaya çalışıyor olmaları.. Oğullarım benim.. Küçükken ne kavgalar etmişlerdi. O zamanlar biraz daha fazla ilgi için akıtmaya çabaladıkları göz yaşlarını şimdi ölümüne tutuyorlardı, ya da içlerine akıtıyorlardı..

Torunlarım.. Onlar başarılı değillerdi bu konuda, olmalarını da bekleyemezsin ufaklıkların. Üzülüyorlar tabi hala dedelerini hiçbir satranç maçında yenemeden tahtayı kaldırmak zorunda oldukları için. Onlara söylemeyin ama, gözlüğümü getir der, bazı taşlarımı geri koyardım.. Ne yapalım, kaybetmeyi sevdiğim söylenemez. Ah ufaklıklar, keşke tekrar içime iyice çekebilseydim o bebek kokunuzu.. Bir insan daha güzel kokamazdı. Gençken bebeklerden nefret ederdim, ufak yumuşak eller bana göre değildi. Zaman insanı nereye getiriyor, bilemiyor insan.

Güzel hanımıma döndüm, "Ben gittim diye hayatını bitirmeni istemiyorum, lütfen tekrar aşık ol" dedim hırıltıyla. Bu gözyaşlarını zor bela tutan aileme biraz yardımcı oldu, tebessümleri sıcak sırıtışlara dönmüştü. "Yapamam ki.." diyebildi sadece, gözleri parıldayarak. Biraz sonra "Özür dil..." diyerek bir cümleye başlamaya çalıştı, durdurdum. Tüm aileme bakarak;

"Son bir kaç dakikamı ne özür dileyerek, ne de pişmanlıklarınızı duyarak geçiremem. Bana sadece sevdiğinizi söyleyin, gerçekten bir insanın kulağından girebilecek en güzel kelimeler bunlardır. Yıllarca tatlı bir inatla tuttuğunuz derin pişmanlıkları son anlarımda söylemeyin, ne bilmek, ne de affetmek istiyorum. Tek istediğim onlardan ders almanız."

Peki ya ben? Oğullarıma bisiklet sürmeyi hiç öğretmemiştim, ben de bilmiyordum, onlarda bilmese olurdu. Karımın son 15 yıldır ya doğum gününü ya da evlilik yıl dönümümüzü kutlamayı unutuyordum. 7 yaşımda ablamın çalışayım diye elleriyle yazdığı çarpım tablosunu yırtmıştım..Torunlarımı bile aldatmıştım satranç oynarken.. Onlara sevdiğimi söylesem, onlar affetse ben kendimi affedeblir miydim?

İşte o anki bakışım, sadece ölürken atabileceğiniz bir bakıştı, "asla" denen şeyin gerçekten varolduğunu anlamış, ve benim o pişmanlıkların kefaretini artık asla ödeyemeyeceğimi anlamıştım.

72 yaşındayım, 15 saniye sonra öleceğim. Giderek kararan manzaramda ağlayan 8 siluet var, ancak aklımda sadece karımın 15 yıl boyunca sürekli benim yüzünden bozuk çalan suratı, torunlarımın her mağlubiyetten sonraki bıkkınlığı ve isyanı, arkadaşları bisiklet sürerkenki oğullarımın kıskançlık ve çaresizlik dolu bakışları, ve yere düşen 5-6 parçaya ayrılmış çarpım tablosu var..

Keşke düşmeselerdi.. 

Bir Kel, Bir Uzun ve Çekmek.(+18)

Size bu kez arkadaşlarımla geçen güzel bir faraza buluşmayı anlatacağım.

O gun arkadaşlarla buluştuk. İsimler gereksiz olduğu için şöyle sınıflandırayım, bir kel, bir uzun, bir de ben. Kel arkadaşımın önerisi üzerine el falı bakan bir falcıya gittik, dediğine göre iç çamaşırı rengine kadar her şeyi biliyormuş. İlk önce kel arkadaşım verdi sağ elini. Adamın ilk tepkisi "Sanırım sağ elinizi kullanıyorsunuz" oldu, "BİLDİ!" diye haykırdı kel arkadaşım heyecanla. Falcı "Eh benim işim bu." diyerek devam etti: "Elindeki nasırlardan anladığım kadarı ile uzun süredir yalnızsınız".. Kel arkadaşım giderek adama hayretle bakarken uzun ile ben gülmeye başladık. "En son birlikte olduğunuz kişinin adı S ile mi başlıyordu?" diye sordu falcı, uzun arkadaşım genelde bu fırsatları iyi değerlendirir, atladı haliyle direk : "Evet Sağ eli EZUHA".

Sonra haliyle kovulduk oradan.

Uzun arkadaşımızın önerisi ile falcıdan çıkışta 2 bira içip sohbet etmek için Cost Bar'a gittik. Kel arkadaşım hala falın etkisinden kurtulamadığı için 10 dakikalığında tuvalete gitmişti. Geldiğinde mutlu duruyordu.. Neyse bu konu dışı elbette. Hepimiz birer bira söyledik. Saatler ilerledikçe hepimiz ortama uyum sağlıyor ve eğlenmeye başlıyorduk. Tam o sırada kapıdan 3 kız girdi. Kel arkadaşım böyle durumlarda medeni cesaretiyle bizi hep şaşırtmıştır, azıcık gazı verdiğiniz anda yapamayacağı iş yoktur. Eh biz de durmadık tabi verdik gazı, o da gitti tanıştı kızlarla. Ne konuştuğunu duyamadığımız için merakla kızların hareketlerini izliyorduk, hepsi yüzlerini buruşturarak mekanı terkedene kadar elbette. Kel arkadaşım ne olduğunu anlamamış bir şekilde yanımıza geldi, ben de meraktan dayanamayıp kızların peşine düştüm. Fazla açılmadan yetişmiştim neyseki, sordum "Arkadaşımın dediği bir laf canınızı mı sıktı acaba?" diye. Aralarındaki lider tipli kız cevap verdi : "Arkadaşın 'Merhaba çok çekicisiniz, ama ben daha çekiciyim ahahaha. Al al kokla daha yeni çektim hatta' diyerek elini burnuma dayadı". Kel arkadaşım yine yapmıştı yapacağını. Eğer günümüzde lezbiyenlik miktarı artıyorsa bu tamamen o kel arkadaşımın da katkısıyla oluyor, gerçekten.

Gece sonlarında yaşlıları karşıdan karşıya geçirip dilencileri doyurup eve döndük. Bu saatte neden yaşlıların sokakta olduğunu anlamadık, ama çokta durmadık üzerinde. Kel arkadaşımla uzun arkadaşım aynı otobüse bindi, ben de dolmuşuma doğru yol aldım. Ancak 15 saniye sonra uzun arkadaşım yardım feryatları atarak indi otobüsten. Sordum "Ne oldu?" diye. "Bugün beni sen çeksene bir dahaki sefere ben de seni çekerim" demiş kel arkadaşım.. Uzun arkadaşım da haklıydı.

Biz de kel arkadaşımızın sağlığına tekrar kavuşması için dualar ederek yattık o gece. Severim bu adamları.

Bir Teşekkür ve Bir Veda.

Bir kasım ayının ilk haftası daha biterken (eh bilen bilir ya kasım ayı biraz zordur benim için), belki de yıllar içinde ilk kez kendimi avutmaktan çok artık vedalaşma havasındayım. 7 yıl önce çocukluğum ve gururumdan dolayı yaptığım şeylerin sonuçları o yaşta birisinin kaldıramyacağından fazla idi. Kendimi yıllarca suçladım ve bir yandan da teselli etmeye çalıştım "senin suçun yoktu" diye, paradokslarım içinde kendimi kaybettim.

Belki bir başkası söyleyene kadar kabul edememiştim, belki de yaşananların ağırlığından dolayı basit bir düşüncenin bu kadar rahatlatıcı olacağını düşünmemiştim, bilmiyorum. Ama 7 yıllık çabalarım sonucunda en sonunda duymak istediğimi duydum, "senin yüznden olamsı için o olayın olmasını istemen gerek öncelikle." Belki basit, belki değil, ama şu tek cümle vicdanıma hapsettiğim benliğimin delil yetersizliğinden salıverilmesine yardımcı oldu. Bunun için teşekkürler sana..

Fazla uzatmayacağım, ama bazı klişeleri tekrarlamadan bitirmek olmaz böyle bir konuyu. Pişmanlık bir insanın tek başına üstesinden gelemeyeceği ve unutamayacağı tek hissiyattır. Hayatınız tek yönlü ve bolca ara sokaklara açılan bir yol, arkanızda bıraktığınız sokakları ve yolu düşünerek ilerleyemezsiniz. Bu sokaklara girmeyerek neler kaybettiğinizi değil, o sokaklara girmeyerek daha iyisini aramak için kazandığınız vakitleri düşünün. Her talihsiz kararınızın, her kötü olayın arkasından gelcekleri sabırla bekleyin, çünkü ne olursa olsun hiçbir şeyin sonucu ne sadece iyi ne de sadece kötü değildir, ikisinden de tadacaksınız.

Yazı başında bahsettiğim gibi, artık kendimi avutma değil vedalaşma havası içerisindeyim. İçime tünemiş olan, hiçbir zaman yaptıklarımdan yeteri kadar ders alamadığımı söyleyen düşünceyle vedalaşıyorum artık. Seninle yeterince yüzleştik arkadaşım, artık farkındayım.

Biz Eskiden...

Güvenmiştik. Zamanında çelik gibi olan güvenimizi kırdılar, cama döndü. Bazen kırık cam parçalarına. Yürümeye korktuk o anlarda, adım ilerleyemedik. Yapabileceklerimizin farkına varmadan yaşadık. Yaşadık mı? Bilinmez, ama ölmedik. Hiç ölemedikte o durumlarda, kimseler umrumuzda değilken, her birinde tutunacak bir şey aradık ironik bir şekilde.

Sevmiştik. Bazen sevilerek ödüllendirilmiştik, bazense tek taraflı sevmenin verdiği heyecanı ve gücü tatmıştık. Sonra bir gün, sevemez olduk. Artık uzun süren geceler, saatlerce akan gözyaşları, uykusuzluktan moraran gözler yoktu çok fazla. Evet üzülmüştük ve yine bir şekilde hüznümüze törenler düzenliyorduk onu anmak için, misal içiyorduk, küfrediyorduk arkasından sevdiğimiz insanın, kötü yanını bulup oradan deşmeye çalışıyorduk, kısaca öldürüyorduk onu içimizde.. En azından deniyorduk. Ölmüyordu ama, neden?

Saftık, temizdik. Kandırmazdık dostları sevgilileri, mümkün olduğunca az yalan söyler, mümkün olduğunca gerçek göz yaşları dökerdik. Üzmemeye çalışır, üzülürse de ona eşlik edermiş "gibi" yapmazdık, gerçekten eşlik ederdik acısına. Omuz uzatırdık içimizde sinsi "Artık benimsin" nidaları atmadan. Göz yaşlarına destek olurduk, sebep değil. Şimdi adımızı söyler gibi sık ve basit söylediğimiz "Seni Seviyorum" cümlesini, heyecandan kuramazdık.

Değiştik. Sahteleştik. Aptallaştık. Sevgi denen şey inata dönüştü, hüzün denen şey intikam hırsına. Ne sevildiğimize sevinir, ne sevdiğimizde heyecanlanır olduk..